Büyük Genel Kurulu Kararları

Büyük Genel Kurulu 2013/1 E. , 2013/1 K.

Büyük Genel Kurulu 2013/1 E. , 2013/1 K. "İçtihat Metni" MAHKEMESİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Taraflar arasındaki tazminat davasında yapılan yargılama sonunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca ; “Davacı, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi uyarınca Kadastro Komisyon Kararına itiraza dair Kadastro Mahkemesinde açmış olduğu davanın hukuka aykırı olarak reddine dair verilen kararın Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nce onanması ve karar düzeltme isteminin de reddedilmesi nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek, 60.000 TL tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Hazine vekili, tazminat koşullarının oluşmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Geçici Madde 2/c bendinde yer alan, “Bu davalar ilgili hâkime resen ihbar edilir…” hükmü gereğince dava dilekçesi ve duruşma gününü bildirir davetiye, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 25.05.2010 gün ve E:2009/9047 K:2010/6172 sayılı kararına katılan ve yukarıda adları yazılı bulunan ilgili hakimlere usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş ve anılan hakimlerin davalı yanında davaya müdahale taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Fer’i müdahiller ....14.07.2011 havale tarihli dilekçelerinde; dava dilekçesinde husumetin yanlış tevcih edildiğini ve devlet aleyhine açılan tazminat davasında kanunda tahdidi olarak sayılan sorumluluk sebeplerinden hangisine dayanıldığının açıkça belirtilmediğini, belirtilen nedenlerle işin esasına girilmeden dilekçenin reddi gerektiğini, 14.04.1998 tarihinde kesinleşen mahkeme kararı ile halen ve eylemli olarak Devlet Ormanı olduğu belirlenen bir yerin Anayasanın 169 ve 6831 sayılı Yasanın 2/B maddesi hükümlerine göre 31.12.1981 tarihinden önce orman niteliğini kaybettiğini iddia etmenin, hukuk, akıl ve mantık dışı olduğunu, temyiz incelemesi neticesinde vermiş oldukları karar nedeniyle hakimin sorumluğu sebeplerinden hangisinin olayda gerçekleştiğinin davacı tarafça ispat edilmesi gerektiğini, oysa ispat bir tarafa yasal sebeplerin dilekçede dahi zikredilmediğini savunarak, davanın öncelikle husumet tevcihi ve dilekçedeki eksiklik nedeniyle reddine, tazminat koşulları oluşmayan davanın esastan reddine karar verilmesini istemişlerdir. Davacı tarafından ibraz edilen Mudurnu Kadastro Mahkemesi’nin 28.05.2010 Gün Ve E:2008/28 K:2010/5 sayılı Kararı ile Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 01.11.2010 gün ve E:2010/11740 K:2010/13410 sayılı onama kararı ve 02.03.2011 gün ve E:2011/1391 K:2011/1952 sayılı karar düzeltme isteminin reddi kararı ve tüm dosya içeriğindeki bilgiler itibariyle; eldeki davanın davacısı ile dava dışı şahısların Kadastro Mahkemesinde 3 numaralı parselin 6831 sayılı Kanunun 2/B şartlarını taşıdığını ileri sürerek, orman sınırları dışına çıkarılmasını ve adlarına tescili istemiyle açtıkları davada bidayet mahkemesince, “Davacı gerçek kişilerin, dava konusu taşınmazın 6831 SY Orman Kanununun 2/B md.sine göre orman sınırları dışına çıkarılması şeklinde yönetimi zorlayıcı nitelikte talep öne süremeyecekleri, zira 6831 SY’nın 2/B md. uygulaması ile orman sınırı dışına çıkarılan taşınmazların Hazine adına çıkarılacağı tartışmasız olduğundan, gerçek kişilerin 6831 SY.nın 2/B md.uyarınca bu yönde dava açmakta hukuki yararlarının ve dolayısıyla aktif dava ehliyetlerinin bulunmadığı…” Gerekçesiyle “davanın reddine” karar verildiği; anılan kararın davacı tarafça temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 01.11.2010 gün ve E:2010/11740 K:2010/13410 sayılı kararıyla, “…Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, altı aylık süre içinde açılan 2/B madde uygulamasına itiraz niteliğindedir. İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına” karar verildiği ve yine davacı tarafın karar düzeltme isteminin, Daire’nin 02.03.2011 gün ve E:2011/1391 K:2011/1952 sayılı kararı ile reddedildiği belirgindir. Eldeki davada davacı; bahse konu kararın, dava dosyası incelenmeden ve hukuka aykırı olarak verilmiş olduğunu ileri sürerek davalı Hazine’den tazminat isteminde bulunduğuna göre, davanın dayanağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. ve 6110 sayılı Kanunla değişik 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesi hükümleri olup; bu durum öncelikle, davanın dayanağını oluşturan hakimlerin sorumluluğunda öteden beri kabul gören ilkelerin açıklanmasını, ardından hâkimin sorumluluk sebeplerini düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi ile hakimlerin hukuki sorumluluğuna dair yeni genel düzenlemeler içeren ve sorumluluk davalarında husumetin ilgili hakim yerine Devlete yöneltilmesinden sonra rücu esasını benimseyen, 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” hükümlerinin irdelenmesini gerektirir. Hemen belirtilmedir ki; genel olarak kamu hizmetlerinin ifasından dolayı Kamu Tüzel Kişilerinin sorumlulukları hizmet kusuruna, ajanlarınki ise, onların kişisel kusurlarına tabi tutulmuştur. Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı, idare hukukunda Devletin ajanların faaliyetlerinden sorumluluğunu tayin eden hizmet kusuru ölçüsünün hakimler yönünden uygulanmasına olanak vermez. Yargı yetkisinin özellikleri, hakimlerin kişisel sorumluluğunda özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira, yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten, hakimlerin diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları, yaptıkları her işlemin aleyhlerine bir tazminat davasına yol açabileceğini düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir. Şu da belirtilmelidir ki; adaletin gerçekleşmesi, Hakim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Ancak, hakimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken, yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi zorunludur. Gelişigüzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi, hakimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuz, bu düşüncelerin ışığı altında Hakimin bağımsızlığı kadar, tarafsızlığını da güvence altına almak amacı ile onun Hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tabi tutmuştur. Bu bağlamda, Hakimlerin sorumluluğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan yasa hükümlerinde, dava sebepleri tahdidi olarak gösterilmiştir. Kanunun 573. maddesinde yer alan düzenleme gereğince, hâkimin hukuki sorumluluğu için; iki taraftan biri ile olan dostluk veya düşmanlık sebebiyle diğer taraf aleyhine kanuna ve adalete aykırı bir hüküm veya karar vermiş olması (m.573/1) veya tevil veya tefsire ihtiyaç göstermeyecek derecede açık ve kesin olan bir kanun hükmüne aykırı karar vermiş bulunması (m.573/2) yahut da yargılama tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanarak hüküm verilmiş olması (m.573/3-4) veyahut da verilen veya sağlanan yada vaat edilen bir menfaat dolayısıyla kanuna aykırı bir hüküm verilmiş olması (573/5) gerekir. Buna göre, Hâkimlerin görevlerini yaparken yargısal faaliyetleri sebebiyle, kasıtla veya ağır ihmalle kanuna açıkça aykırı karar vermiş olmaları durumunda, vermiş oldukları zararlar için Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde sayılan hallerde haklarında tazminat davası açılabilir. Açıklanan hükümler, Hakimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur. Yine bu amaçla, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” la, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler getirilmiş ve hakimlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin, Devletin sorumlu tutulacağı esası benimsenmiştir. 6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi; “Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…” Şeklinde değiştirilmiş; aynı Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde ise; “Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle: a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir. b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz. Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir” hükmü getirilmiştir. Görüldüğü üzere, 6110 sayılı Kanunla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde yapılan değişiklik ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 93. maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesi ile getirilen düzenleme sonucu Devlet yasal hasım haline getirilmiş, ilgili hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer almasına olanak tanınmıştır. Yasa koyucu bu düzenlemeyle, Hakimlerin Anayasa teminatı (m.138/1-2) altında bulunan bağımsızlığı ve öteden beri kabul görmüş olan ilkelere paralel olarak, Hakimin sorumluluğunu diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarından ayrı esaslara tabi olması ilkesini aynen muhafaza etmiş; değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, yargılama faaliyetini yürüten hâkim ve savcıların çeşitli etkilere karşı teminat altına alınması, yargılama faaliyetlerine dayalı tazminat davalarının doğrudan hâkim ve savcıya karşı açılmasının adil yargılama ortamını yok etme tehdidinin önlenmesi görüşünden hareketle, yargısal faaliyetlerden doğan zararlar yönünden sadece hâkimin kişisel sorumluluğunu öngören bir anlayıştan vazgeçilerek, bu sorumluluktan dolayı davanın Devlete karşı açılması ile hem meydana gelebilecek tehlikeli ve zararlı durumun düzeltilip tamir edilmesi, hem de haksız davaların önlenmesi amaçlanmıştır. Yine, 6110 sayılı Kanunla getirilen sistemde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde tahdidi olarak sıralanan ve az yukarıda açıklanan sorumluluk sebepleri yönünden her hangi bir değişiklik cihetine gidilmemiş olup; 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesiyle, hakimlerin sorumluluğu hususunda sıfat ve süreye dair tamamlayıcı hükümler getirilmiştir. Anılan maddede yer alan yeni düzenleme ile, devlet aleyhine tazminat davasının açılabilmesi için öngörülen sürenin başlangıcına dair esaslar açıklandıktan sonra, maddenin 7/a fıkrasında öngörülen; “a) Yüksek mahkemelerin başkanları, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar, b) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu müfettişleri ile adalet müfettişlerinin, yetkilerini kullanırken yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar, nedeniyle açılacak tazminat davaları hakkında da uygulanır.” Hükmü ile, yüksek mahkemelerin başkan ve üyeleri ile adalet müfettişleri de Hakimin sorumluluğu kapsamına dahil edilmişlerdir. Sözü edilen maddenin 6. fıkrasında getirilen; “Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ile rücu davalarında bu madde hükümleri; bu maddede hüküm bulunmayan hâllerde ise ilgisine göre Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.” Şeklindeki düzenleme ile de; taraflar, süre ve sorumluluk sebeplerine ilişkin olarak uygulanması gereken hükümlere dair silsile ve atıf yapılan kanunlar gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde Yargıtay Başkan ve Üyelerinden söz edilmediği halde, 6110 sayılı Kanunla 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesinin 7/a maddesinde bu konu açıkça düzenlendiğinden, Hakimin sorumluluğuna dair hükümlerin Yargıtay Başkan ve üyelerini de kapsadığı her türlü duraksamadan uzaktır. Dikkat edilmesi gereken bir başka yön ise, 6110 sayılı Kanunla getirilen yeni sistemde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde sıralanan hakimin sorumluluk sebeplerini ilga eden bir düzenlemeye yer verilmemesi ve buna paralel olarak da, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesiyle, hakimin sorumluluk sebepleri yönünden açık bir düzenleme getirilmemiş olmasıdır. Şu durum karşısında; 6110 sayılı Kanunun değişiklik gerekçesinde de ifade edildiği gibi, genel olarak hakimin sorumluluğu hususunda öncelikle 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun değişik 93/A maddesinde öngörülen ilkelerin aranması, sorumluluk sebepleri yönünden ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmünün uygulanması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Kısaca, açıklanan mevcut yasal durum çerçevesinde; Yargıtay Başkan ve Üyelerinin de “Hakim” kavramının kapsamına girdiği, Hakimlerin hukuki sorumlulukları açısından değinilen genel esasların Yargıtay Başkan ve Üyeleri için de geçerli olduğu ve Yasalarla belirlenen sınırlı hallerde görevlerinden dolayı hukuken sorumlu bulundukları kuşkusuzdur. Yinelemekte ve önem vurgulamakta yarar vardır ki; Hakimlerin hukuki sorumlulukları nedenine dayanan davalar kanunlarla özel usul ve müeyyidelere bağlanmış olup, söz konusu özel hükümler hem meydana gelecek zararlı durumu düzeltip tamir etmek, hem de haksız davaları önlemek amacıyla kabul edilmiştir. Hakimler, verdikleri kararlardan dolayı ilke bazında sorumlu iseler de; davayı tedvir ve intaç eden Hakimin kasıtla hareket etmesi ve verdiği kararın yasaya aykırı olması yanında Hakimin görevini savsaklaması (ihmali) gibi hallerin mevcudiyeti veya Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi hükmünde sayılan diğer hallerin gerçekleşmesi durumunda hukuki sorumluluklarının varlığı tartışmasızdır. Maddede sözü edilen, yasanın açık ve kesin olan bir kuralına aykırı karar verilmiş olması halinde dahi, hakimin kastı ya da ağır kusuru şeklindeki ihmali eylemleri, yasal bir unsur olarak aranmıştır. Böyle olunca, takdir yetkisi kapsamında yapılan değerlendirme veya farklı hukuki gerekçe ve mülahazalarla karar verilmiş olması; bundan da ileri, kararın salt hukuki yanılgı nedeniyle hatalı çerçeveye oturtularak yanlış sonuca ulaşılması halinde dahi, hukuka aykırılık unsuru bulunmadığından, hakimin sorumluluğundan söz edilmesi olanaklı değildir. Burada hemen işaret edilmelidir ki; 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesinde; Yargıtay’ın, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu” vurgulanmış; 13. maddesinde, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak” Yargıtay’ın görevleri arasında sayılmıştır. Bu açık hükümler karşısında; Yargıtay’ın, bidayet mahkemelerince verilen hükümlerin aynı zamanda denetim mekanizması olduğu, Kurul ve Dairelerde görev yapan Başkan ve Üyelerin ise yargı ve denetim fonksiyonlarının iç içe bulunduğu her türlü duraksamadan uzaktır. İşte bu nedenle, Yargıtay Başkan ve Üyelerinin yargılama ve denetim fonksiyonları kapsamında, farklı hukuki görüşlerin varlığına bağlı olarak, bidayet ve temyiz aşamalarında değişik sonuçlara ulaşılması olasıdır. Böyle bir durumda, salt ortaya çıkan birbirine aykırı sonuçlar nedeniyle zararın oluşması durumunda dahi, hukuka aykırı bir davranıştan söz edilemeyeceğinden, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesi kapsamında hakimin tazminat sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Tüm açıklamalar ışığında olaya bakıldığında; Davaya konu, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 01.11.2010 gün ve E:2010/11740 K:2010/13410 sayılı onama kararı ile 02.03.2011 gün ve E:2011/1391 K:2011/1952 sayılı karar düzeltme isteminin reddi kararına konu yerel mahkeme kararında, dava konusu taşınmaz ile ilgili bilgi ve belgeler ile, önceden görülüp kesinleşen dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgeler tüm boyutlarıyla ortaya konulmuş ve bilirkişi görüşünden istifade edilmiştir. Davacı tarafından tescil istemiyle açılan davanın reddine dair bidayet mahkemesince kurulan hükmün onanması ve karar düzeltme talebinin reddi yönündeki 20. Hukuk Dairesi kararları, katılan hakimlerin denetim ve yargı yetkisi içerisindedir. İhbar olunan hakimlerin, yasal sınırlar dışına çıkmadan yargılama ve denetim görevlerini yerine getirdikleri açıktır. Kaldı ki bidayet mahkemesi olarak davaya bakan Hukuk Genel Kurulunun, kendilerine dava ihbar olunan hakimlerin verdikleri kararla ilgili olarak yerindelik incelemesi yapması da yasal olarak mümkün değildir. Esasen davacı tarafça, karara katılan hakimlerin kasıtla hareket ettiğini gösteren bir delil ve olgu da ortaya konulmamış olup; davacının ileri sürdüğü iddiaların kavli mücerrette kaldığı ve sübut bulmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573. maddesinde öngörülen koşullar oluşmadığından, davanın reddine karar verilmiştir. H Ü K Ü M: Yukarıda yazılı bulunan gerekçelerle; 1- HUMK nun 573. maddesinde öngörülen koşullar oluşmadığından davanın REDDİNE, 2- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına, 3- Davalı Hazine yararına takdir olunan 6.670,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, 4- Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına, Dair oybirliği ile, taraf vekillerinin yüzlerine karşı, ihbar olunanların yokluğunda verilen, 15.07.2011 gün ve 2011/5-5 sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. BÜYÜK GENEL KURUL KARARI Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü: Davacı yargısal faaliyet nedeni ile devlet aleyhine açtığı davada tazminat isteminde bulunmuştur. Hukuk Genel Kurulu'nca ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonunda, ihbar olunan hakimlerin, yasal sınırlar dışına çıkmadan yargılama ve denetim görevlerini yerine getirdikleri, kaldı ki bidayet mahkemesi olarak davaya bakan Hukuk Genel Kurulu'nun, ihbar olunan hakimlerin verdikleri kararla ilgili olarak yerindelik incelemesi yapmasının da yasal olarak mümkün olmadığı, esasen davacı tarafça karara katılan hakimlerin kasıtla hareket ettiğini gösteren bir delil ve olgu da ortaya konulmadığı gerekçesi ile HUMK nun 573. maddesinde öngörülen koşullar oluşmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, kurul kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir. SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 5,90 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden davacıdan alınmasına, 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12. Maddesi ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’na eklenen 93/A-5 fıkrası ve 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.01.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.