Ceza Genel Kurulu

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları

EMSAL KARARLAR

Ceza Genel Kurulu  2017/108 E.  ,2017/311 K.

"İçtihat Metni" Mahkemesi :Ağır Ceza
Sanık ... hakkında olası kastla öldürme suçuna teşebbüsten açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, eylemin bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3, 62, 50/1-a, 52 ve 52/4. maddeleri uyarınca 8.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin, Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.05.2006 gün ve 40-195 sayılı hükmün, katılan ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.12.2007 gün ve 559-9867 sayı ile;
"1- Oluşa ve dosya içeriğine göre; olay günü saat 06.30 sıraları sanığın kullandığı LPG tankeri ile seyrederken, kendisine kırmızı ışık yandığı halde durmayarak kavşağa girdiği ve kendilerine yeşil ışık yandığı için kavşağa giren mağdurların da içinde bulunduğu otomobile çarpması sonucu kazaya ve mağdurların yaralanmasına sebep olduğu olayda;
Sanığın kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bunları kabullendiği, meydana gelen neticeden sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,
2- Gerekçeli kararda yargılama gideri miktarı gösterildiği halde, hükmün esasını oluşturan kısa kararda yargılama gideri miktarı ve dökümünün gösterilmemesi suretiyle kısa kararla gerekçeli karar arasında karışıklığa neden olunması" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 24.03.2008 gün ve 61-78 sayı ile ikinci bozma nedenine uymuş, birinci bozma nedenine ise direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Direnme hükmünün sanık müdafii ve katılan ... vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 02.03.2010 gün ve 22-42 sayı ile;
"...Somut olayda, sanık ...’in aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri saptanmadan hüküm verilmesi yasaya aykırıdır. 
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sair yönleri incelenmeksizin, belirtilen usule aykırılık nedeniyle bozulmasına" şeklinde karar verilmiştir. 
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Ceza Genel Kurulunun usulü eksikliğe ilişkin bozma kararına uymuş, sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğini kabul ederek önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Hükmün katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26.06.2012 gün ve 816-254 sayı ile;
"...Ceza Genel Kurulunun bozma kararı ile direnme hükmü tümüyle ortadan kalkmış olup yerel mahkeme artık yeni ve değişik bir karar vermekte serbesttir. Bozmaya uyularak verilen kararlar da yeni bir karar olup, hukuken direnme niteliğinde olmadığından, öncelikle Özel Dairece incelenmesi gerekmektedir. Özel Dairece incelenmeyen bir hükmün, doğrudan doğruya ve ilk kez Ceza Genel Kurulunca incelenmesi olanaklı değildir.
Özel Daire görüşünün belli olduğundan, tekrar Dairece inceleme yapılmasının davayı gereksiz yere uzatacağı gibi bir görüş de ileri sürülemez. Davaların uzamasını önlemek amacıyla da olsa, emredici usul kurallarının uygulanmasından vazgeçilemeyeceği gibi, Özel Daire görüşünde değişiklik olabilmesi de her zaman olanaklıdır.
Öte yandan Ceza Genel Kurulunun bozma kararına uyulduktan sonra verilen kararın yeniden ve doğrudan Ceza Genel Kurulunca incelenmesi, Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı direnilemeyeceğine ilişkin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesine aykırıdır. Doğrudan doğruya Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılması, yerel mahkeme kararına direnme niteliği kazandıracak ve Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı yerel mahkemelerin direnme yetkisi olmadığına dair temel ilke zedelenecektir. Bu nedenlerle hukuken yeni olan bu kararın Özel Dairece incelenmesi gerekmektedir." şeklindeki gerekçeyle; dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. 
Dosyanın gönderildiği Yargıtay 1. Ceza Dairesince 15.01.2013 gün ve 4798-94 sayı ile;
"...Sanığın kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma sonucunun gerçekleşebileceğini öngörmesine karşın bunları kabullendiği, bu nedenle meydana gelen sonuçtan sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, suçların niteliğinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi" isabetsizliğinden hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi 29.05.2013 gün ve 68-273 sayı ile;
"...Sanığın eylemi değerlendirildiğinde, meydana gelen trafik kazasında sanığın başlangıçta hiçbir şekilde yaralama kastı bulunmamaktadır. Buna yönelik icrai hareketi de yoktur, tamamen dikkatsizlik ve trafik kuralının ihlali sonucu kaza meydana gelmiştir. Sanık kırmızı ışıkta durması gerekirken durmamış, tam kusurlu yani taksirli davranmıştır. Bu kusuru nedeniyle sanığın kazada olası kastla hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Zira sanığın kırmızı ışıkta geçerken bir araca veya birine çarpabileceği, ama çarptığı takdirde de umursamadığını söyleyemeyiz. Sanık yolun boş olduğunu düşünmüş ve kavşağa giren araçları görmemiş ve yola devam etmesi neticesinde kazaya sebebiyet vermiştir. Hiçbir sürücü kendisinin de yaralanabileceği ya da ölebileceği en azından maddi zarara uğrayacağı trafik kazasını yapmak istemez, neticeyi de öngöremez. Olayımızda sanık, okul servis minibüsüne çarpmış olsa ve minibüste birkaç kişi ölmüş bunlardan birinin de tesadüfen kendi çocuğu olduğu ortaya çıksa idi sanığı kendi çocuğunu kasten öldürmekten cezalandırmak mümkün olmayacaktı; bu nedenle trafik kazasında kast unsurundan bahsetmek ceza hukukunda evrensel olarak kabul edilen kast ve taksir temel kavramlarının birbirinden karıştırılmasına neden olacaktır. 
Yukarıda açıklanan tüm açıklamalar nedeniyle sanığın sebebiyet verdiği trafik kazasında olası kast hükümlerinin uygulanma koşullarının gerçekleşmediği ve sanığın atılı suçu bilinçli taksirle işlediği kabul edilerek daha önce verilen kararda direnilmesine karar verilmiş ve sanığın aşağıdaki şekilde cezalandırılmasına dair hüküm tesisi cihetine gidilmiştir." şeklindeki gerekçe ile direnerek, sanığın 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3, 62, 50/1-a, 52 ve 52/4. maddeleri uyarınca 8.100 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye hükmedilmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01.04.2014 gün ve 259279 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 219-1765 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 14.02.2017 gün ve 226-393 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. 
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 
1- Sanığın yaralama suçunu olası kastla mı, yoksa bilinçli taksirle mi işlediği,
2- Sanık hakkında; TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62. maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, aynı Kanunun 50/4. maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilip çevrilemeyeceği,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamına göre;
Trafik kazası tespit tutanağında; kazanın 27.07.2005 günü saat 06.50 sıralarında Konya ili, Karatay ilçesinde, Karaman çevre yolu ile Büyükkumköprü Caddesinin kesiştiği dört yönlü, ışık kontrollü kavşakta, gündüz vakti meydana geldiği, havanın açık, yol zemininin asfalt kaplama ve kuru olduğu, sanığın sevk ve idaresindeki 01 GR 380 plaka sayılı LPG tankeri ile Karaman çevre yolu üzerinde seyir halinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen seyrine devam ederek, Büyükkumköprü Caddesinden gelip yeşil ışıkta kavşağa giriş yapan katılanların içerisinde bulunduğu 42 ER 635 plaka sayılı otomobilin sağ yan kısmına çarpması sonucu yaralamalı trafik kazasının meydana geldiği, sanığın sevk ettiği LPG tankerinin seyrettiği şerit üzerinde, çarpma noktasından önce ve sonra olmak üzere toplam 19 metre fren izi tespit edildiği, katılanların bulunduğu aracı kullanan Ramazan Yılmaz ile sanığın alkolsüz oldukları, sanığın kırmızı ışıkta geçmesi nedeniyle, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 84. maddesi uyarınca tam kusurlu olduğu, katılanların bulunduğu otomobilin sürücüsü Ramazan Yılmaz'ın ise kusurunun bulunmadığı bilgilerine yer verildiği, 
Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 15.02.2006 tarihli raporda; trafik kazası tespit tutanağındaki tespitler tekrarlandıktan sonra, sanığın yönetimindeki tankerle kırmızı ışık ihlali yaparak olay mahalli kavşağa giriş yapması sonucu sebep olduğu kazada; Karayolları Trafik Kanununun 84/a maddesi gereğince dikkatsizliği, tedbirsizliği ve kurallara aykırı hareketiyle tamamen ve asli kusurlu olduğunun, diğer araç sürücüsünün ise hatalı tutum ve davranışı bulunmadığından kusursuz olduğunun ifade edildiği,
Düzenlenen adli raporlarda; katılan ...'in sol el ve bilek içinde, baş ön kısımda oluşan sıyrıklarla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı; katılan ...'in ise, sağ köprücük kemiğinde yaşamsal fonksiyonlara orta derecede etkili kırık oluşacak şekilde ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte yaralandığı, her iki katılanın yaşamsal tehlike geçirmedikleri tespitlerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan ... aşamalarda; olay sabahı babasının kullandığı otomobille şehir merkezine gitmek için yola çıktıklarını, kazanın olduğu kavşağa geldiklerinde kendilerine yeşil ışık yandığından karşı yola geçtiklerini, bu sırada kırmızı ışıkta duran araçların arasından çıkan sanığın sevk ettiği LPG tankerinin, bulundukları araca çarptığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu,
Katılan ... mahkemede; olayın kardeşinin anlattığı şekilde meydana geldiğini, sanığın geldiği yöndeki şeritte, kırmızı ışık nedeniyle bekleyen başka araçlar bulunduğunu, sanığın her nedense bu araçlar gibi kırmızı ışıkta durmadığını, duran araçları geçerek kavşağa girdiğini,
Katılanların babası Ramazan Yılmaz; katılanların içinde bulunduğu aracı kendisinin kullandığını, kazanın olduğu kavşağa geldiğinde kendisine yeşil ışık yandığını, yoldan aracıyla karşıya geçeceği sırada, sanığın sevk ettiği araçla kendisinin kullandığı araca çarptığını,
Tanık Şaban Kılıç, olay günü kollukta; Kayseri'den Antalya'ya gittiğini, kazanın olduğu kavşağa geldiğinde kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yandığı için durduğunu, katılanların bulunduğu yöndeki araçlara yeşil ışığın yandığını, kendi istikametinden gelen sanığın sevk ve idaresindeki kamyonun ise kırmızı ışıkta durmayarak kazaya sebebiyet verdiğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... kollukta; kazanın meydana geldiği kavşağa geldiğinde kırmızı ışığın yanmakta olduğunu, kavşağa yaklaştığında ışığın kırmızıdan yeşile döndüğünü, gidiş yönüne göre yolun sağ tarafındaki araçların durmuş olduklarını, etrafı kontrol ederek araç olmadığını görünce kavşağa girdiğini, sol taraftan katılanların bulunduğu aracın aniden önüne çıkması üzerine bu araca çarptığını, kazada kusurunun bulunmadığını, zira kavşağa girdiğinde kendisine yeşil ışık yandığını,
Mahkemede; kavşağa geldiğinde kırmızı ışığın yandığını görünce durduğunu, sarı ışık yanınca ardından da yeşil ışığın yanacağını düşünerek önünde bulunan aracın hareket etmesi üzerine boş olan kavşağa girdiğini, katılanların içerisinde bulunduğu aracın aniden önüne çıktığını, istemeden bu araca çarptığını, suçsuz olduğunu,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
1- Sanığın yaralama suçunu olası kastla mı, yoksa bilinçli taksirle mi işlediği:
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için; kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir kavramları üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 21. maddesi;
"1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır" şeklinde düzenlenerek, birinci fıkranın ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, ikinci fıkrasında; öğreti ve uygulamada "dolaylı kast, belirli olmayan kast, gayrimuayyen kast, olursa olsun kastı" olarak da adlandırılan "olası kast" tanımına yer verilmiştir.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi halinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. 
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle işlenir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. TCK'nun 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere, taksirli suçlarda bulunması zorunlu olan hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması, 
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanununda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanununda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tâbi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. 
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hali, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hali ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanununun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "öngördüğü neticeyi istememesine karşın neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi halinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmek suretiyle sonucun meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hallerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Olası kast ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüleri ise yargısal kararlar ve öğretideki görüşlerden yararlanmak suretiyle şu şekilde belirlemek mümkündür: Gerek olası kast, gerekse bilinçli taksirde netice fail tarafından öngörülmektedir. Bilinçli taksirde, öngörülen neticenin gerçekleşmeyeceği ümit edilmekte, olası kastta ise bu netice fail tarafından göze alınmakta ve kabullenilmektedir. Olası kastta fail öngördüğü neticenin meydana gelmesini kabullenerek, sonucun meydana gelmemesi için herhangi bir önlem almazken, bilinçli taksirde fail neticeyi öngörmesine rağmen, şansa veya başka etkenlere, hatta kendi bilgi veya becerisine güvenerek öngörülen sonucun gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arzeden kararlarında bu hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında birinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, sevk ve idaresindeki LPG tankeri ile çevre yolunda seyir halinde iken ışık kontrollü kavşağa geldiğinde, kendi seyir yönüne kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşağın henüz boş olmasından faydalanarak karşıya geçmeye çalıştığı, ancak kendi yönlerindeki araçlara yeşil ışık yanması nedeniyle, aynı kavşağa giren katılanların bulunduğu aracı görmesi üzerine frene bastığı, kaza tespit tutanağında belirtildiği şekilde çarpma noktasından önce başlayan toplam 19 metre uzunluğundaki fren izine rağmen katılanların içerisinde bulunduğu aracın sağ kısmına çarparak her iki katılanın yaralanmasına neden olduğu, bu şekilde sanığın en temel trafik kurallarından olan kırmızı ışıkta durma kuralını ihlal etmesi sonucu yaralamaların meydana geldiği sabittir.
Sanık kavşağa yaklaşmadan önce kırmızı ışık yanmış, sanığın istikametindeki araçlar durmuş, sanık kırmızı ışık yanmasına rağmen kavşaktan geçebileceğini düşünmüş ancak katılanların bulunduğu aracın kavşağa girdiğini görmesi ile frene basmasına rağmen katılanların yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasına neden olmuştur. Sanığın son anda frene basmış olması, bilinçli taksirin özünü oluşturan ve bilinçli taksiri, olası kasttan ayıran en önemli ilke olan, öngörülen ve gerçekleşen neticenin istenmemesi ve engelleme çabasını göstermektedir. Sanık neticeyi öngörmüş, ancak öngördüğü bu neticeyi istememiş, hatta neticenin meydana gelmemesi için çaba sarf etmiştir
Somut olayda, ışıklı işaret cihazlarıyla donatılan kavşağa gelirken kendi yönündeki araçlara kırmızı ışık yandığını görmesine karşın boş olan kavşaktan geçmeye çalışan sanığın, neticeyi öngörmesinin gerekmesi nedeniyle, tam kusurlu olduğu ve bilinçli taksirle hareket ettiğinde kuşku bulunmamaktadır. Bu itibarla, sanığın eylemi "bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma" suçunu oluşturacağından, bu uyuşmazlık yönünden direnme gerekçesi isabetlidir.
2- Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, aynı Kanunun 50/4. maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilip çevrilemeyeceği:
5237 sayılı TCK'nun 49. maddesinin 2. fıkrasında “bir yıl veya daha az süreli hapis cezası” olarak tanımlanan kısa süreli hapis cezaları için, aynı Kanunun 50. maddesinde seçenek yaptırımlar öngörülmüştür. Maddenin 1. fıkrasında; 
"Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir" hükmü ile kısa süreli hapis cezalarının, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre çevrilebileceği seçenek yaptırımlar düzenlenmiştir.
Aynı maddenin 4. fıkrasında ise; 
"Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz" şeklindeki düzenlemeyle, bilinçli taksirle işlenen suçlarda hükmedilen uzun süreli hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün olamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu bilgiler ışığında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçundan 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının, kısa süreli hapis cezası olmaması ve suçun bilinçli taksirle işlenmesi nedeniyle hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün bulunmaması karşısında, yerel mahkeme direnme hükmünün, sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.05.2013 gün ve 68-273 sayılı direnme hükmünün, 
a) Sanığın eyleminin bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğuna ilişkin suç nitelendirmesinin İSABETLİ OLDUĞUNA,
b) Sanık hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçundan 5237 sayılı TCK'nun 89/4, 22/3 ve 62 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının; kısa süreli hapis cezası olmadığı ve sabit görülen suç bilinçli taksirle işlenmiş olduğundan hükmolunan uzun süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesinin mümkün bulunmadığı gözetilmeden, adli para cezasına çevrilmesi isabetsizliğinden ise BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 06.06.2017 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden oybirliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2017/103 E.  ,  2017/183 K.

  •  


"İçtihat Metni"


Yargıtay Dairesi : 5. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza

Mühür bozma suçundan sanık ...'un beraatine ilişkin, Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.05.2009 gün ve 391-433 sayılı hükmün, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 14.11.2012 gün ve 12388-11369 sayı ile;
“Sanığın çalıştığı LPG istasyonunun Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevlilerince 12/06/2006 tarihinde mühürlenerek faaliyetten men edilmesine rağmen 15/03/2008, 21/04/2008 ve 27/05/2008 tarihlerinde yapılan kontrollerde sanığın mührü bozarak faaliyete devam ettiğinin iddia edilmesi karşısında, mühürleme ve bozma tutanaklarının asılları veya onaylı suretlerinin ilgili kurumdan getirtilip, bu tutanakları tanzim eden görevlilerin tanık sıfatı ile dinlenerek mühürlemenin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı tespit edildikten ve sanığın savunmasında yetkisinin sadece evrak alıp vermeye dair olduğunu ve işyerinin mühürlenmesinden işyeri sahibi ve yetkilisinin bilgisi bulunduğunu ileri sürmesi nazara alınarak hakkında suç duyurusunda bulunulan Hasan Esat Ilıcan hakkında dava açılıp açılmadığı araştırılıp, açılmamışsa açılması, açılmış dava bulunması halinde ise davaların birleştirilmesi sağlandıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri yerine eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 02.05.2013 gün ve 123-143 sayı ile; 
“Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 14/11/2012 tarih ve 2011/12388 esas, 2012/11369 karar sayılı ilamı ile mahkememizin 27/05/2009 tarih ve 2009/391-433 esas ve karar sayılı kararı özetle;
1- Mühürleme ve mühür bozma tutanaklarının asıllarının kurumlarından getirttirilmesi, 
2- Tutanakları düzenleyen görevlilerin tanık sıfatıyla dinlenerek mühürlemenin usulüne uygun yapılıp yapılmadığı hususunun tespiti, 
3- Sanığın savunmasında yetkisinin sadece evrak alıp vermeye dair olduğunu ve iş yerinin mühürlenmesinde iş yeri sahibi ve yetkilisinin bilgisi bulunduğunu ileri sürmesi karşısında;
A) Suç duyurusunda bulunulan Hasan Esat Ilıcan hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılması, 
B) Dava açılmamış ise açılması,
C) Açılmış dava var ise davaların birleştirilmesi sağlandıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayini ve takdiri yerine eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile hüküm kurulması gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir. 
Dosyada mevcut mühürleme ve mühür bozma tutanaklarının aslı mevcut değil ise de tutanakların sahteliği veya gerçeğe aykırı olduğu hususunda herhangi bir iddia bulunmadığı, ayrıca katılan idare vekilinin C. Başsavcılığına hitaben yazmış olduğu şikâyet dilekçesinde söz konusu tutanaklardan söz edilmiş olması ve de mahkememizce sanığın beraatine ilişkin gerekçe karşısında anılan tutanakların getirttirilmesi sanığın hukuki durumunu ve sonucu etkileyen bir husus değildir. 
15/03/2008, 21/04/2008 ve 27/05/2008 tarihli mühürleme ve mühür bozma tutanaklarının incelenmesinde mühürlemenin usulüne uygun yapılmış olduğu görülmüş olup, mühürlemenin usule aykırı olduğuna dair katılan veya sanık tarafından ileri sürülen bir iddiada bulunmamaktadır.
Öte yandan mühürleme tutanaklarının düzenlendikleri tarihten bu yana beş yıldan fazla bir süre geçmiş olup, her yıl yüzlerce hatta binlerce tutanak düzenleyen görevlilerin aradan geçen süre itibarıyla mühürleme olaylarını hatırlamaları olanaksız olup, kendileri tarafından düzenlenen tutanakların usule aykırı olduğunu beyan etmeleri beklenemeyektir. Bu tür dosyalarda ve uygulamada tutanak düzenleyicilerinin genellikle 'olay üzerinden uzun süre geçtiğinden olayı hatırlamıyorum. Tutanak altındaki imza bana aittir' şeklinde beyanda bulundukları da bilinen bir gerçek olup, bu sebeple tutanak düzenleyicilerinin dinlenilmesi bir taraftan aradan uzun zaman geçmesi, diğer yandan mühürlemenin usulüne aykırı olduğuna ilişkin bir iddia ve savunmanın bulunmayışı ve beraat kararımızdaki gerekçeye göre kovuşturmaya bir katkı sağlamayacağı açıktır. 
Sanık savunmasında yetkisinin sadece evrak alıp vermeye dair olduğunu beyan etmiş olmakla beraber mahkememiz gerekçesinde yalnızca savunmaya itibar edilmemiş, soruşturma evresinde dosyaya sunulan Ankara 23. Noterliğince düzenlenen 30/11/2007 tarihli mesul müdürlük sözleşmesinden söz edilerek anılan sözleşmede sanığın yetki ve görevinin evrak alıp vermeye ait olduğu açık bir şekilde belirtilmesi karşısında başkaca bir belge ve araştırmaya gerek duyulmamıştır. 
Gerekçeli kararımızda açıklandığı ve birçok dosyada bilindiği üzere bu tür dosyalarda ve olaylarda iş yeri sahiplerinin genellikle iş yerinde çalışan pompacı ve işçileri mesul müdür adı altında çalıştırdıkları, ticaret siciline kayıt yaptırmadıkları ve esasen mesul müdürlük sözleşmesinin içeriği göz önüne alındığında sanığın iş yerinde yetkili olmadığı açıkça anlaşılmakta olup, belediye başkanlığınca konulan mührün bozulması için herhangi bir nedende bulunmamaktadır. 
Mahkememiz gerekçesinde açıkça sanığın iş yeri yetkilisi ve sorumlusu olmadığını belirtmesi ve bunu dosyada mevcut mesul müdürlük sözleşmesi adı altında düzenlenen belgeden açıkta anlaşılacağı üzere iş yeri sahibi Hasan Esat Ilıca'nın hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılması veya dava açılması sanığın hukuki durumunu etkileyecek bir husus değildir. Öte yandan bozma ilamında iş yeri sahibi hakkında dava açılmamış ise açılması belirtilmiş ise de, kamu davasının açılması CMK 170 maddesi gereğince C. Savcısının yetki ve görevine giren bir konu olup mahkememizce ancak suç duyurusuna ilişkin ihbarda bulunulması mümkün olup dava açılması hukuken olanaklı değildir. Dava açılması hakkındaki takdir hakkının Cumhuriyet savcısında olması karşısında bu yöndeki bozmaya da katılma olanağı bulunmamaktadır. 
Sonuç itibarıyla dosyada mevcut mesul müdürlük sözleşmesi, mühürleme ve mühür bozma tutanakları, aksi kanıtlanamayan savunma karşısında; Yargıtay bozma ilamında belirtilen bozmaya ilişkin konuların araştırılmasının kovuşturmaya bir yenilik getirmeyeceği, Mahkememizin beraate ilişkin gerekçesi karşısında bozmaya konu işlemlerin sanığın hukuki durumunu etkilemesinin söz konusu olmadığı gibi mahkememizce yeterli araştırma yapılmış ve yeterli gerekçeyle hüküm kurulmuştur" gerekçesiyle önceki hükümde direnerek sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.01.2014 gün ve 208880 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 62-974 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 26.01.2017 gün ve 259-311 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. 

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı mühür bozma suçunun sübutu bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Ankara Büyükşehir Belediye Encümenince, sanığın çalıştığı Karden Akaryakıt ve Otomotiv Ticaret Limited Şirketi ünvanlı akaryakıt istasyonunun faaliyetinin menine karar verildiği ve görevlilerce 12.06.2006 tarihinde işyerinin mühürlendiği, 15.03.2008, 21.04.2008 ve 27.05.2008 tarihlerinde yapılan kontrollerde ise mührün bozularak faaliyete devam edildiğinin tespit edilmesi üzerine yeniden mühürleme yapılarak bu hususa ilişkin tutanaklar düzenlendiği, sanığın mühürleme ve mühür bozma tutanaklarını Karden Akaryakıt ve Otomotiv Ticaret Limited Şirketi adına sorumlu müdür sıfatıyla imzaladığı, ancak dosya içerisindeki mühürleme ile mühür bozma tutanakları fotokopi olup, asılları veya onaylı örneklerinin bulunmadığı, 
Karden Akaryakıt ve Otomotiv Ticaret Limited Şirketini temsilen şirket müdürü Hasan Esat Ilıcan ile işçi sıfatıyla sanık ... arasında düzenlenen 30.11.2007 tarihli mesul müdürlük sözleşmesinde; sanığın bir yıl süre ile belirtilen işyerinde çalışacağı, mesul müdürün işyeri için ilgili vergi dairesinden, belediyeden, ilgili resmi makam ve mercilerden, bu makam ve mercilerin bağlı olduğu ilgili birimlerinden evrak almaya ve tebligatları imzalamaya yetkili olacağı düzenlemelerinin yer aldığı,
Yerel mahkemece 27.05.2009 tarihli hükümle, Karden Akaryakıt ve Otomotiv Ticaret Limited Şirketinin müdürü olan Hasan Esat Ilıcan hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık kollukta; Karden Akaryakıt İstasyonunda 2007 yılı Aralık ayından 2008 yılı Aralık ayına kadar mesul müdür olarak çalıştığını, bu süre içerisinde işyerinin LPG pompa istasyonunun belediye görevlilerince mühürlendiğini, mühürleme işlemi nedeniyle işyerinde çalışan işçilerin mağdur olduğunu görünce pompalardaki mühürleri kopardığını, işyerinin faaliyete devam ettiğini, belediye görevlilerinin üç kez mühürlerin koparıldığını tespit ettiklerini, mührü koparmanın suç olduğunu bildiğini ancak bunu yapmak zorunda kaldığını, 
Mahkemede ise; akaryakıt istasyonunda çalıştığı süreçte işçilerin başında olduğunu ancak istasyonu sevk ve yönetim yetkisinin bulunmadığını, yetkisinin sadece işyeriyle ilgili evrak alma ve vermeye ilişkin olduğunu, işyerinin ruhsatının bulunmaması nedeniyle mühürlendiğini, buna rağmen çalışmaya devam edildiğini, işyerinin mühürlenmesinden işyeri sahibi ve yetkilisinin bilgisinin bulunduğunu, kendisinin sadece orada çalışan bir işçi olduğunu, suçlamayı kabul etmediğini, 
Savunmuştur.
Ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda, somut gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak ortaya çıkarılmasıdır. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe varmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle, ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Dosya içindeki mühürleme ve mühür bozmaya ilişkin tutanaklarının fotokopi niteliğinde olması, sanığın bu tutanakları şirketin sorumlu müdürü sıfatıyla imzalamasına rağmen, yetkisinin sadece evrak alıp vermeye ilişkin olduğunu ve işyerinin mühürlenmesinden işyeri sahibi ve yetkilisinin bilgisinin bulunduğunu savunması ve dosya içindeki mesul müdürlük sözleşmesinin içeriği göz önüne alındığında; mühürleme ve mühür bozma tutanaklarının asılları veya onaylı suretlerinin ilgili kurumdan getirtilip, bu tutanakları tanzim eden görevlilerin tanık sıfatı ile dinlenerek mühürlemenin usulüne uygun şekilde yapılıp yapılmadığının tespit edilmesi ve Hasan Esat Ilıcan hakkındaki suç duyurusunun akıbetinin araştırılıp, dava açılmış ve derdest ise bu dava ile birleştirilmesi, hüküm verilmiş ve kesinleşmiş ise dosyasının bu dosya içine konmasından sonra, tüm deliller birlikte değerlendirilerek, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, eksik araştırma ile hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Ankara 26. Asliye Ceza Mahkemesinin 02.05.2013 gün ve 123-143 sayılı direnme hükmünün, eksik araştırma ile hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.03.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2017/94 E.  ,  2017/379 K.

  •  


"İçtihat Metni"

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Çocuk Ağır Ceza

Sanıklar ... ve ...'in nitelikli yağma suçundan beraatlerine ilişkin, Beyoğlu (Kapatılan) Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.04.2009 gün ve 2037-61 sayılı hükümlerin, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 17.03.2014 gün ve 6817-4387 sayı ile;
"Yakınanın olay sonrası alınan ifadelerinde, bıçak göstermek sureti ile cep telefonunu alanların üç kişi olduğunu, bunlardan ikisinin yüzünü göremediğini belirttiği, soruşturma aşamasında ...'u olay faili olarak teşhis ettiği, yaş büyüklüğü nedeniyle hakkında ayrı dava açılan ...'un soruşturma aşamasındaki beyanlarında, olayı sanıklar ... ve ... ile birlikte işlediğini, sanık ...'in soruşturma aşamasındaki beyanlarında olaya karışmadığını, telefonu alanların ... ve ... olduğunu belirttiği, UYAP sisteminden yapılan incelemede ... hakkında bu suçtan verilen mahkumiyet kararının onanmış olduğunun anlaşılması karşısında, sanıklar ... ve ...'in yağma suçunu işlediklerinin kanıtlandığı gözetilmeden hükümlülükleri yerine, kanıtların takdirinde yanılgıya düşülerek beraatlerine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi ise 07.07.2015 gün ve 81-279 sayı ile ilk hükmünde direnerek sanıkların beraatlerine karar vermiştir. 
Bu hükümlerin de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.10.2015 gün ve 327860 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 840-863 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 30.01.2017 gün ve 30-93 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. 
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar ... ve ...'e atılı nitelikli yağma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. 
TCK'nun 66. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin onbeş yıl olacağı hüküm altına alınmış, ikinci fıkrasında ise; "fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer" hükmüne yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 67. maddesi uyarınca kesen bir nedenin varlığı halinde zamanaşımı süresi, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Ceza Genel Kurulunun 26.06.2012 gün ve 978–250 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup davayı düşüren hallerden biri olan zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi halinde mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıklar Ulaş ve Uğurcan'a atılı nitelikli yağma suçunun yaptırımı 5237 sayılı TCK'nun 149/1-a-c-h maddesi uyarınca on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası olup, aynı Kanunun 66/1. maddesi gereğince belirtilen suçun asli dava zamanaşımı onbeş yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında ise kesintili dava zamanaşımı yirmi iki yıl altı aydır. Sanıkların suç tarihi itibarıyla onbeş yaşını bitirmiş, ancak onsekiz yaşını tamamlamamış olduğu göz önüne alındığında, TCK'nun 66/2. maddesi uyarınca söz konusu suçta asli dava zamanaşımı 10 yıl, kesintili dava zamanaşımı ise 15 yıldır.
Suç tarihinde 15-18 yaş grubu içerisinde olan sanıkların, daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 13.01.2005 tarihinde işledikleri iddia olunan eylemle ilgili olarak, TCK'nun 66/1-d, 66/2 ve 67/4. maddelerinde öngörülen on yıllık asli dava zamanaşımı süresinin, aynı olay nedeniyle hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşen ve bu eylemi sanıklarla birlikte işlediği iddia edilen ... hakkında Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesince 19.10.2005 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmü ile kesilerek yeniden işlemeye başladığı ve 19.10.2015 tarihinde dolduğu anlaşılmaktadır. 
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK'nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanıklar hakkındaki kamu davalarının 5237 sayılı TCK'nun 66/1, 66/2, 67/4 ve 5271 sayılı CMK'nun 223/1-8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
SONUÇ: 
Açıklanan nedenlerle;
1- İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin 07.07.2015 gün ve 81-279 sayılı direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle BOZULMASINA,
Ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK'nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün olduğundan, sanıklar Ulaş ve Uğurcan hakkındaki kamu davalarının 5237 sayılı TCK'nun 66/1-d, 66/2, 67/4 ve 5271 sayılı CMK'nun 223/1-8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.10.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2017/93 E.  ,  2017/222 K.

  •  


"İçtihat Metni"

Mahkemesi :Ağır Ceza

Nitelikli yağma suçuna teşebbüsten sanık ...'in 5237 sayılı TCK'nun 149/1-a-d-h, 35, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.07.2010 gün ve 426-296 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 06.04.2015 gün ve 28026-39264 sayı ile; 
"1- Sanığın, annesi olan mağdurdan daha fazla parası olduğunu bildiği halde 20 TL parayı cebir ve tehdit ile isteyerek bu miktar ile yetindiği, daha fazlasını istemediğinin anlaşılması karşısında sanığın özgülenen kastı da gözetilerek hakkında TCK'nın 150/2. maddesinin uygulanmaması,
2- T.C. Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK'nın 150, 234 ve 239. maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanıktan, yargılandığı suç nedeniyle baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunman ücretinin alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına hükmedilmesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma ilamının (2) numaralı bendine uyan yerel mahkeme, 16.06.2015 gün ve 140-204 sayı ile (1) numaralı bentte belirtilen bozma nedenine karşı;
"...Her ne kadar sanık annesinden 20 Lira para istemişse de, annesinin daha fazla parasının olduğunun sabit olmadığı, ayrıca teşebbüs aşamasında kalan suçlarda TCK'nun 150/2 maddesinin uygulanma olanağı bulunmadığı anlaşıldığından, sanık hakkında TCK'nun 150/2 maddesinin uygulanması yoluna gidilmemiştir" şeklindeki gerekçeyle direnerek, önceki hüküm gibi karar vermiştir. 
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.09.2015 gün ve 268789 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 731-1077 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 01.02.2017 gün ve 38-122 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında hakaret suçundan şikâyetten vazgeçme nedeniyle verilen kamu davasının düşmesine ilişkin hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup, direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık hakkında nitelikli yağma suçuna teşebbüsten kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır. 
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nun 150/2. maddesinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, bozmadan sonra yapılan yargılamada, UYAP sistemindeki kayıtlara göre başka suçtan hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunduğu anlaşılan sanığın, Tebligat Kanununun 21. maddesi uyarınca ev adresine yapılan duruşma davetiyesine ilişkin tebligatın geçerli olup olmadığı, bu bağlamda sanığın usulüne uygun şekilde duruşmadan haberdar edilmeden hüküm verilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. 
İncelenen dosya kapsamından;
Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının 30.10.2009 günlü iddianamesi ile sanık hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açıldığı, 
Davanın görüldüğü mahkemenin yargı çevresindeki Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka bir suçtan hükümlü olarak bulunan sanığın sorgusunun, 16.04.2010 tarihinde yargılamayı yapan mahkemece gerçekleştirildiği, ancak sorgu sırasında sanığa, duruşmadan bağışık tutulmak isteyip istemediği hususunun sorulmadığı, sanığın da duruşmadan bağışık tutulmak istediği yönünde herhangi bir beyanının bulunmadığı,
Yerel mahkemece 30.07.2010 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmünün Özel Dairece sanık lehine bozulmasından sonra, mahkeme tarafından sanık ve zorunlu müdafiine duruşma gününün tebliğ edildiği, Tebligat Kanununun 21. maddesine göre tebligat yapılan sanığın hazır bulunmadığı 16.06.2015 tarihli oturuma sanık müdafiinin katıldığı ve bu oturumda sanığın yokluğunda duruşmaya devam edilerek direnme kararı verildiği,
Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden sanığın tutukluluk bilgilerinin incelenmesinde; sanığın, bozmadan sonra duruşma davetiyesinin ev adresine tebliğ edildiği 27.05.2015 tarihinde ve yokluğunda duruşma yapılarak hüküm kurulduğu 16.06.2015 tarihli oturumda, davanın görüldüğü yerin yargı çevresindeki Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka suçtan hükümlü olarak bulunduğu,
Anlaşılmaktadır. 
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 326. maddesinde, “Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak mahkeme ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.
Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerekir” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi bozmadan sonra yapılan yargılamada yerel mahkemece sanık, katılan ve varsa müdafii ve vekillerine duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ olunmalı, duruşma gününden haberdar edilmelidirler. Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi halinde, verilecek cezanın bozmaya konu olan cezadan daha ağır olmaması halinde yargılamaya devam olunarak bir karar verilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Bozmadan sonra yapılan yargılamada, yerel mahkemece sanık ve müdafiine bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması için duruşma günü davetiyesinin tebliğe çıkarıldığı, sanık müdafiine usule uygun olarak duruşma günü davetiyesinin tebliğ edildiği, sanığın ev adresine çıkarılan duruşma davetiyesinin ise 27.05.2015 tarihinde Tebligat Kanununun 21. maddesine göre tebliğ edildiği, ancak UYAP sistemindeki kayıtlara göre tebligatın yapıldığı tarihte sanığın mahkemenin yargı çevresindeki Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda başka bir suçtan hükümlü olarak bulunduğu ve bu durumda yapılan tebligatın geçersiz olduğu anlaşıldığından, sanık duruşmadan haberdar edilmeden ve bu suretle bozmaya karşı diyeceklerini bildirme olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması savunma hakkının sınırlandırılması niteliğindedir. 
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün saptanan bu usuli nedenden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2015 gün ve 140-204 sayılı direnme hükmünün, bozma sonrası sanık usulüne uygun şekilde duruşmadan haberdar edilmeden ve bu suretle bozmaya karşı diyeceklerini bildirme olanağı sağlanmadan yargılamaya devam olunarak hüküm kurulması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.04.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Ceza Genel Kurulu         2017/62 E.  ,  2017/282 K.

  •  

<ul style="list-style-type:ci